Sabah Maratonum

Sabah 6.45. Hemen yataktan doğruluyorum, beynimde uyku bitmiş ama vücudum hâlâ yatmak istiyor ama onun açılmasını bekleyemem, yapmam gereken işler zihnimden sırayla geçiyorlar. Zaten vücudumun bu tutuk haline alışmışım, onun keyfini bekleyemeyeceğim. (Vücudumun kendine gelmesi, tutukluğun geçmesi her zaman 1 saati buluyor, AS yüzünden.)

Yataktan yavaşça yere basarak iniyorum, acaba bugün bacağımda ve kalçamda siyatik ağrısı var mı, ne ölçüde diye tedirginlik yaşayarak. Evet, ağrım var, maalesef! Topallayarak banyoya gidip abdest alıyorum ki biraz olsun açılsın vücudum. Ağrının da keyfini bekleyemem, kahvaltı hazırlanacak, işe gitmek için kendimi hazırlayacağım ve çocuklar hazırlanıp okula bırakılacak. Topallaya topallaya, bacağımda elektrikler çarparak koşuşturmaya başlıyorum.

En geç saat 8.00’de hem ben hem de iki kızım hazırlanmış ve kahvaltıyı yapmış olarak kapının önünde olmalıyız, hatta arabanın içinde. Kahvaltıda NSAİ (Non steroid anti inflamatuar) ilacımı alıyorum ki; ağrılarımın şiddetini daha az hissedebileyim. Çünkü etrafımdaki hiç kimse ağrılı birinin nazını çekmek zorunda değil. Ayrıca düzgün yürüyebilmek için de bu ilacı almam lâzım ne kadar mideye zarar verse de.

İlacı aldım ama etkisi en erken 1 saatte oluşacak. Onun etkisini bekleme lüksüm de yok. Çocuklarımı okullarına bırakmak için arabaya biniyoruz. Ağrılı olan sağ bacaksa gaz ve frene basmak, sol bacaksa debriyaja basmak eziyet. Ama yetişmemiz gereken saatler var. Arabayı hızlı bir şekilde hedeflere ulaştırmam lâzım. Bu arada trafiği yavaşlatan insanlara kızıyorum “Ağrıma rağmen sizden daha hızlı, daha iyi sürüyorum, bu adamlar hâlâ uyuyorlar, kahvaltı yapmadan evden çıkıyorlar.” 😉 diye.

Photo by Kaique Rocha on Pexels.com

Kimi zaman ona buna kızarak, kimi zaman kızlarla konuşarak onları okula bırakıyorum. Şimdi iş yerine yetişmem gerekiyor. Zaman kısıtlı, trafik hep sorunlu. İşe varınca park yeri arayacaksın, sonra da arabadan iş yerine hızlı yürümek zorundasın. Çünkü imza kalkacak ve başhekime her seferinde neden geç kaldığının hesabını vereceksin. Koş Deniz koş… Bacağında elektrikler çarpsa da koş…

Ve kimseyi ağrınla üzmeye hakkın yok, çünkü bu onların suçu değil.

Hep gülümse ve seni üzen şeyleri unut…

Hastalarını mutlu edince nasıl olsa tüm zorlukları unutacaksın… İlacın insanlara hizmet etmek…

İşte yıllardır yaşadığım sabah stresi ve kendimi motive edişim. İyi ki insanlara hizmet eden bir mesleğim vardı yoksa bu mücadele zor iken kolaymış gibi yaşanamazdı.

Evet! maalesef sorumluluklar, ağrıları beklemiyor. Belirlenmiş mesai saatleri, asla ağrıları umursamıyor. İdareci olan insanlar ise ağrılı insana tahammül edemiyorlar ve çalışanlarının strese bedel ne ödediklerini tahmin bile edemiyorlar. 😯🙄

4 Comments

  1. Harika bir yazı olmuş. Bugün, toplumda yaşayan insanların ne kadar yalnız kaldıklarının, insanların birbirini anlamak için hiçbir gayretlerinin olmadığı, dolayısıyla herkesin kalabalıklar içinde yalnızlaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu ise insan olabilmenin temel umdelerinden olan diğergamlığın adeta öldüğü, egonun ise insanlığın tam merkezine oturduğunun en büyük ispatıdır.

    Liked by 1 kişi

  2. İçim acıdı evladım..Anne sevgisiyle çaresizlik içinde elimden gelen sadece göz yaşlarıyla dua etmek. ve dört gözle

    sekiz gözle emekliliğini beklemek oldu. Sorumluluk sahibi olarak yetiştirmişiz sizleri .Emekli de olsan da sana durmak

    yok.. Durunca da hastalanıyorsun.Çünkü faydasız, verimsiz yaşamak, senin defterinde yok! .Önemli olan Allah’a

    yakın olmak .Sabrınla Hz.Eyüb( As)’mı örnek alarak bunu başarıyorsundur inşaallah..Dualarımda hep varsın

    himmetiyle.Aro

    Liked by 1 kişi

    1. Teşekkür ederim annecim. Hz. Eyüp benim idolüm zaten. Her hastalık imtihanımda aklımdadır. Aynen dediğin gibi hareketsiz, pasif ve hedefsiz hayat bana göre değil. İnşallah birçok insana faydalı olarak ömrümüzü tamamlarız.

      Beğen

Yorum bırakın